21 Mart 2015 Cumartesi

Azrail Tanıyor musun?

Sabah kalktım. Güzelce kahvaltımı da yaptım ve işe gittim. Klasik bir gün… Diğerleri gibi, sıradan bir başlangıç… Nöbetçi arkadaştan öğrendiğime göre, gece problem çıkmamış cihazlarda. Bu iyi haber işte! Zaten dünden devam eden 2 tane sistem arızası vardı. Cihaz odasındaki klimalar da problemli. Hem de ta kurulduğu günden beri! Bugünde firmanın birinden eleman gelecek, onlarla ilgilenmem lazım. İş çok bugün! Akşamı nasıl ederim bilmem. Bu hafta çok yoğun geçecek. Sezonda başladı malum. Beklentilerimiz epey yüksek. Neyse, odama gittim ve kapıyı kapadım. Bilgisayarımı da açtım ve maillerimi kontrol ediyordum ki, kapı çaldı. “Girin” bile diyemeden kapı açıldı ve içeriye bir “şey” girdi, kapıyı da kapadı hemen! Aman Allah’ım! O da ne!? Tanımlayamadım bir türlü. Kadın desen değil, erkek desen değil, turist belki! Bir çirkinlik abidesi! Kesin 10 gün rüyalarımın baş rol oyuncusu olur. Ona “Kimsiniz?” diye sormama bile fırsat kalmadan: - Hadi kalk gidiyoruz! dedi… Aaa! Hem de Türkçe konuştu! Şaşırdım ama bozuntuya vermedim. - Sizi ilk kez görüyorum. Kimsiniz? - Ruhunu bedeninden söküp almak için görevlendirilen meleğim ben! Nam-ı diğer Azrail! (Cehennem habercisi!) - Dalganın sırası değil şimdi. Lütfen odamı terk edin. Yoksa güvenliği çağırırım! - Çağırsan ne olur? Beni sadece sen görüyorsun! - Dalga geçme. İşim gücüm var benim. Seninle uğraşamam… Bir yandan Azrail değildir diyorum ama böyle bir kişinin bana haber verilmeden buraya kadar gelmesi imkansız ki! Eyvaaah! Ya gerçekse! Bittim ben, bittim! Savsakladığım namazlarım, ahirette buruşturulup yüzüme çarpılacak olan oruçlarım geldi aklıma… Ufacık dünya menfaatleri için teptiğim Allah’ın emirleri geçti gözümün önünden hızla… Eti için kesilen bülbül, tahtası için yakılan saz gibi… Gayri ihtiyari: - Mesai saatleri içinde olmaz! deyiverdim. Sanki benden bitecek bir işi varmış gibi… - Neden? dedi. - Şu an hazır değilim! - Neye hazır değilsin? - Kabirde ve öbür alemde başıma geleceklere! - Ama senin son kullanma tarihin bugün son. 08:57. Hem sana yeterince vakit verilmedi mi? - İnan ki, bu yaşta öleceğim hiç aklıma gelmemişti. - Neden? - Gencim daha, ciddi bir sağlık problemim de yok. Turp gibiyim evelallah! - Senin yolun mezarlığa hiç düşmüyor herhalde! Ya da hastanelerin acil servislerine, morglara! Oradakilerin hepsinin teni buruşuk mu? - Değil de yani!… Bana 1-2 ay kadar daha süre tanısan? - Bu kadar kısa bir sürede ne yapabilirsin ki, onlarca yılını heba etmiş biri olarak? - İbadet borçlarımı öderdim… Kaza üstüne kaza ederdim namazlarımı deliler gibi… Kalplerini kırdıklarımdan, üzerimde hakkı olanlardan helallik dilerdim. Dünyanın öbür ucunda olsalar, taşların altına saklansalar gene de bulur, her şeyimi verir, haklarını helal ettirirdim. Üzerimde kul hakkı kalmasın diye… Daha vasiyetimi bile yazmadım hem! - Yeterince vaktin vardı! Yapsaydın! Neden düşünmedin? Engel mi oldular sana? - Hiç ölmeyeceğimi sanmıştım. Hep başkaları ölüyordu, başkalarının selaları okunuyordu minarelerden. Ben muaftım sanki ölümden. Meğer bu iş parayla değil, sıraylaymış. - Bir sene önceden haberin olsaydı geleceğimden, neler yapardın? - Kalan zamanımı çok iyi değerlendirirdim! - Hadi be sen de! Kimi kandırıyorsun! İlk 2 gün iyi giderdin. Namaz-niyaz full, sonra dönerdin gene eski haline. Bulurdun bir de bahane kendine. Her şey yine eski hamam eski tas olurdu. Bir rüyaydı o derdin sana verdiğim habere, kendini avutmak için… Haklıydı! Kaç kere hastalık geçirmiş, kaza atlatmıştım… Bunların hepsi birer haberdi aslında ama üzerimdeki etkisi çoğu zaman 2 gün bile sürmemişti… Ama şimdi kafamı taşlara vurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder